Vedat Türkali'nin "Bir gün Tek Başına"
romanında, Kenan’ın “banyosu” ve yediği "iki tokat" eserin ana metaforlarından... Romanı okurken kitapta
altını çizdiğim yerlere ve eğri büğrü çoğu tek kelimelik notlarıma baktım:
Kenan, Günsel, Nermin, Baba, Zeynep… hepsi ordaydı… İlk okuduğumda, Kenan’ı şimdiki gibi görmediğimi
itiraf etmeliyim, belki de o zamanlar Kenan’ın yaşıtı olmadığımdan… Kenan “iki
tokat” yedikten sonra, her şeyden el ayak çekip, yıllarca kendi içinde
dondurduğu “geçmiş zamanı” bir gün tek başına onu banyo küvetinde bulur. “Öyküyü
bilmeyen mi kalmıştı?.. Herkes bir şey ekleyecekti gönlünce!”
“Bir Gün Tek Başına”dan aşağıdaki “iki tokat”lı
bölümleri, Vedat Türkali’ye saygı niyetine alıntıladım…
*

*
“Ömrünce sınırda kalacaksın. Sende iş yok oğlum,
sende iş yok... Biraz ferahlamıştı. Şofbeni ayarladı, tekrar girdi suyun
altına. Her vakit böyle olurdu. Sonunda dönüp dolaşıp kesinlikle kendini
suçladı mı bitirirdi. Söyleyecek söz kalır mı? Ben, böyleyim... Bitti... Artık
savunma bile boşuna. Değil mi ki değişmez... O vakit bırakırsın yaşamayı kendi yoluna,
yürür gider. Sonra yine kımıldamaya başlar birikenler. Sonra yine kızgın su. Ya
da bir diş ağrısı. Ola ki bazı görmeden bastığın asfalta yayılmış yemyeşil bir
balgam. Bir vapurun kaçması... Tutunarak koştuğun dolu bir tuvaletin kilitli
kapısında kalıvermen... Yirmi yıl önce de müdüriyette patlattıkları iki tokatla bitiverdik. Sende iş yok oğlum,
sende iş yok... Haksız mı Rasim?.. Yalan mı söyledikleri?.. "Eline sağlık
o herifin, iki tokatta adam etmiş
seni, haddini bildirmiş...”
*
“Ne çirkin yapı bu Harbiye de. Yıkacaklarmış.
Yıksınlar. Bir bölümü de askeri cezaevi. Baba da burda kalmıştı sürgüne
gitmeden önce. Üniversitede tutuklanınca bizimkiler de burada kalmıştı
yıllarca. Biz kurtardık paçayı, neyse! Kurtardın ya!.. O kalın kaşlı polis, iki
tokatta kurtarıverdi seni! Demek
vatanı satıyormuşsun, dayağı yiyince vazgeçtin. Zavallı Selami yedi asıl
dayağı. Nerdedir ki şimdi? Bir ara Bakırköy'de dediler. Fıttırmış oğlancık.”
*
“Ortaokuldayken daha, ikide bir kaçar,
Karacaahmet'te mezar aralarında zar atardı itdaşları ile. Bende bir uğursuzluk
var! Kanıp bir kez takıldım peşine, öyle bir dayak yedik ki... Selimiye'nin
ünlü kabadayısı Sadri bastı. Çoluk çocuğun okuldan kaçıp kumar oynaması kanına
dokunmuş!.. Paralarımızı aldı. Bir de temiz dayak... Kumara da o dayakla tövbe
ettin. Bir dayakla buluyorsun doğru yolu!.. Kalın kaşlı polis de, "Ulan
eşşeoğlueşşek, demek vatanı..." deyip iki de tokatla doğru yolu buldurdu sana kuzu kuzu!..”
*
“Peki Nâzım? O büsbüyük ozan. Niye ondan dizeler
mırıldanmıyorsun? Onu da mı unutturdular iki tokatta? Yasaklar böyle ezip kalıba sokar işte. Ne yapalım, kalıba
sokanların gözü kör olsun!.. Amiin!.. Bu amin de nerden çıktı?”
“Kenan, bir şey diyemeden kaldı bir süre. Peki ben
ne anlatacağım şimdi?.. 44'te müdüriyete aldılar, iki tokat attılar. Sonra... Bugüne geldik... Olduğu gibi söylemeliyim.
Onun gibi yalın. Apaçık tanısın beni.”
*
“— Sonra bıraktılar. Günsel baktı bir süre...
— Bir şey yaptılar mı?..
— Yooo, bir-iki tokat,
filan...
Kenan çok önemli bir sınavı başarıyla adatmış gibi
sevindi. "Bir-iki tokat
filan" sözündeki küçümseme, baskıyı önemsememe, tam istediği biçimde,
tonda olmuştu. Hani içtenlikle davranacaktın?.. Alışmışız, taranıp süslenmeden
çıkamıyoruz kişi önüne... Yalan bir şey söylemedim ki. Dosdoğru anlattım
işte...”
*
“Kenan yine tutamamıştı kendini, kaçanlarla
birlikte, hem onları da geride bırakarak sokağın alt başına doğru koşmaya
başlamıştı yeniden. Silah sesleri durmuştu. Çığlıklar, bağrışmalar geliyordu.
Birden o zaman vardı bilincine: Kaçıyorum!.. Ter içindeydi. Şimdi yeniden ter
döküyordu utançla. Döndü, sokağın başına doğru yürümeye başladı. Kızgın,
yaralı, kendine küskündü ta yürekten. Tek tük silah sesiyle duraladı yine,
ayaklarına baktı suçlayarak, silah sesiyle koşullanmışlardı sanki; şimdi bile
zor tutuyordu. Tıpkı Müdüriyet'teki gibi. İki tokatta kaçmıştım o zaman, şimdi de silah sesiyle... Acılı
başkaldırmayla bağıracak gibi oldu.”
*
“—
Aramızdaki, diye yineledi, kuşak ayrılığını öyle belirliyor ki... Hüzün
çöküyor içime.
— Yine mi?.. Kenan karşıladı hemen.
— Ne demek o bir kuruşa Yeni Hayat satmak?..
— Ağbim söyledi. 43 - 44'lerin şiiri bu. Daha
eskilerden çocuklar bir kuruşa kâğıtlı şeker satarmış sokaklarda. Markası Yeni
Hayat'mış.
Gülüyordu Günsel. Umulmadık bir sınavı başarı ile
atlatmanın üstünlüğünde idi sanki. Kenan bir şey demeden baktı. Ağabeyin
söylemiş. Bense ağabeyin kadar yaşadım o günleri. Hem de kimle?.. Yaşadın mı
diyorsun o günleri budala?.. Hıyarağası!.. Kaçtın... Hem de kimle?.. Allah
kahretsin. Nasıl kaçtım o günlerin kavgasından?.. Müdüriyette bir tokatla hem de... Üstüne çökmeye
başlayan ağırlıktan kurtulmak çabasıyla,
— Tanımış miydin bu adamı? dedi Kenan. Bu şiiri
yazanı?..
— Cezaevinde görüşmede ağabeyim uzaktan göstermişti
bir gün. Ağabeyim şiire kızar gibidir çoğu kez. Şairlere de... Alay eder.
Nâzım'a bile öyle uzun boylu sevgisi olduğunu sanmıyorum!”
*
“O günden beri kafasına takılıyordu Kenan'ın. Ele
verir mi Nermin? O kadar da değil. Niye değilmiş? Şimdi kalkıştığı işlerin
hangisini yakıştırdın bu kadına? Rasim'e söyler, o ele verir. O kalın kaşlı
polis de uyumuyor ya, geel, diyecek, nerde kaldın bunca yıl? İki tokada da
kurtulamazsın. Tırnak söküyorlarmış. Falaka en azı. Yüreksiz herif. Öyle
yürekliyim ki... Günsel de övünecek benimle. Zeynep de... At bakalım... Düşle
parlak işleri!.. Hem ne yapıyoruz ki? Bir şeyler yapacağız nasıl olsa. İki
satır yazı yazanları bile tıkıyorlar içeri.”
*
“— Selami'yi tanıyor musun, dedi Günsel birden.
Şaşırır gibi oldu Kenan. Selami'yi mi? Nerden çıktı bu şimdi? Şu bizim
Selami!.. Zaman kazanmak ister gibi:
— Hangi Selami? dedi... Şu bizim fakültedeki...
— Evet, dedi Günsel. Şu sizin fakültedeki...
— Tanırım, dedi. Yıllardır görmedim. Ne olmuş?
— Göremezdin,
dedi Günsel. Beş yıl verdiler ona.. Sürgüne gitti... Hastalık, askerlik...
Nerden göreceksin?.. Seni görmek istemiyor ki o...
Ürperdi
Kenan... Toparlanmaya çalıştı. Yarasına vuruyorlardı. Günsel gözlerini acımasız
dikmişti yine.
— Birikte düşmüşsünüz Müdüriyet'e, dedi. Durumunuz
da aynıymış aşağı yukarı... Sırtına ter basmıştı Kenan'ın:
— Anlatmadım mı ben sana bunu?., dedi ezik bir
sesle...
— Anlattığın kadar mıydı? dedi Günsel bastırarak.
Başka şey yok muydu?
Yanıtlamıyordu Kenan. Sesim titreyecek bir de
kekelersem... Başka yok muymuş. Var, olmaz olur mu? İki tokat var, bir de... Ezip yıkan beni...”
Yorumlar
Yorum Gönder