
Neyse, yine her
zamanki Recep’in olağan hallerinden birini yaşıyoruz; odanın içinde dağılmış
makaleleri karıştırmakla meşgul, kitap kurdu Receb’e çıktıları karıştırma fırsatı tanımadan, elindeki yazıları yerine bırakmasını istedim ve
ani bir “Hadi Samatya’ya gidelim!” dememle onları apar topar peşime taktım...
Tam da Samatya Ermeni Kilisesi’nin bitişiğine gelmişken, onlara “Şimdi sizi
Türkiye’nin ilk ve tek Pirtûkfiroşuna götürüyorum” dedim... Haliyle
şaşırmışlardı, aslına bakılırsa ben de unutmuştum burayı... Birkaç defa burdan
geçerken gözüme ilişen tabelayı görmüşlüğüm vardı ve bir defasında kapıyı bile
tıklatmışlığım olmuştu; ancak kapalıydı. Merak etmiştim, nihayetinde başka bir
zamana ertelemiştim meşhur tabelada yazan Pirtûkfiroş’a uğramayı. Yine sözü uzatmadan,
içeriye girdik ve “Rojbaş mı, Silav mıydı?” Kürtçe bişeyler mırıldandık
sanırım, ihmal etmedik, bundan eminim tabii... Kitapçımızla güzel ve kibar bir
sohbet girizgahıyla meşgul oluyoruz. Sohbet sohbeti açtı ve arada kapıya
yaklaşıp her defasında başka bir soruyla duruveriyorduk... Son olarak
Pirtûkfiroş’umuzun “Kimse bizi görmedi, bir haber değerimiz yok demek ki”
demesiyle... Recep telefonunu ses kayıd cihazına “hay hay” diyerekten, hemen modumuz kayıd altına alındı... Dramaturgluktan "Rojnamager" olmaya ramak kalmadan… Ve röportaj
başlasın, dedik…. Biz sorduk o cevapladı… Ayrıntılar gelmeye başladı...
Pirtûkfiroş: Devrim
Tarım, Eskişehir, yaş 37…
Hiç göstermiyorsunuz.
Devrim Sahaf:
Sakallara rağmen mi? (İlk gülüşmelerden)
Evet.(Recep diyor) Kaç
yıldır sahafçılık yapıyorsunuz?
Devrim Tarım: 1.5
yıl oldu.
Daha önce neyle
uğraşıyordunuz?
Devrim: Memurdum,
atıldım!
Memur mu? Nerede? Niye
atıldınız? (Kısaca çapraz 5N1K)
Devrim: Devlet
arşivlerinde. Gezi olaylarında orada yatıp kalktım. Yani 20 gün ordaydım. Onun
dışında; 24 Nisan anması’na katılmış olmak, bunlar (onların) kanına dokunmuş
olmalı ki…
B:Kaç yıl memurluk
yaptınız?
Devrim: 8 yıl.
İstanbulda mı?
Devrim: Evet!
Sahaf olmak için daha
önceden öyle bir düşünceniz var mıydı?
Devrim:Yoktu.
Nasıl oldunuz?
Devrim: Kiracıyım
ben. Yani sık sık ev değiştiriyorum. İyi bir okur olduğum için; 1500 kitabım
oldu ve evi taşıyan arkadaşlar isyan etti; “Bıktık artık senin kitap kolilerini
taşımaktan, tuğla gibi bunlar” diye. Küçük bir yer bulayım, depo dükkan gibi
olsun diye düşündüm. Küçük bir yer buldum; 500 liranın altında olan kirası.
Ondan sonra bu sefer de şey dedim; benim dünya görüşüme yakın bir şey olsun,
sıradan bir şey olmasın. Enternasyonalist bir insanım. Aşağılanan, ezilenden,
azınlıktan yana olan birisi olduğum için; biraz karakterli, kimlikli bir yer
olsun istedim. O yüzden; öncellikle Anadolu ve Mezopotamya’da yani şu an
Türkiye sınırları içerisinde konuşulan dillerde yazılı bir şeyler toplamaya
çalışıyorum. Müzayede ve mezatlarda denk gelirsem; ne kadar da olursa olsun en
yüksek fiyatı ben verip alıyorum. Geçen Boşnakça bile aldım. (Güler) Üzülüyorum
bi yandan. 1923’ten önce bu coğrafyada kırk tane dil konuşulurken şimdi bu
coğrafyada Türklerden sonra ikinci büyük halk olan Kürtlerde bile Kürtçe bilen,
yani konuşurken sıkıştığı zaman Türkçeye geçmeyen yani tam anlamıyla Kürtçe
konuşabilen çok az insan var. Müthiş bir
asimilasyon var. Renklerimiz yok edilmiş. Kültürümüz fakirleştirilmiş. Zenginliğimiz olan her şey yok edilmiş. Onun
acısını hissediyorum. 1000 lira param olsa 10-15 dilde ayraç yaptıracağım ve
“Anadilinde oku!” yazdırıp kitap alan herkese onlardan vermek istiyorum.
Burayı zaman açtınız?
Devrim: 1.5 yıl oldu.
Kaç kitabınız var?
Devrim: 5 bin
vardır, takriben. (Güzümüz raflarda,
onaylayan tavırlarımız)
Samatya’da “kitap
avcıları” diyebileceğimiz insanlar var mı ya da sizinle ilişkileri ne durumda? Samatya’da
kitap arayan insanlar var mı?

Burada açtıktan sonra
özellikle size gelen belli bir kitle oluşmadı mı?
Devrim: Var, küçük
bir grup var. 10 kişilik bir kitle var. Yani aslında benim umudum da onlar. Bir
gelen bir daha geliyor.
Biz de onlardan
biriyiz artık tabi Kürtçe ve Tiyatro kitaplarına ağırlık verilirse…
Devrim: Bi
topluluk vardı benden şu ana kadar herhalde en fazla kitap olan onlar oldu.
Tiyatro kütüphanesi kuruyorlardı ve bir defada 80-100 kitap aldılar.
Dışarıdan kitap
listesi verildiği zaman hazırlayabiliyor musunuz? Yeni kitaplar da dahil mi?
Devrim: Tabii, yeni
kitapları bile internet fiyatına satmaya çalışıyorum. Benden almaları için
başka bir neden bulamıyorum. İnternette olan fiyatlarına satıyorum. %10 karla
satıyorum. Yani şeyi düşünmüyorlar; internette adamlar belki günde bin kitap
satıyorlardır; ama siftahsız kapatıyor ya da günde on kitap satıyor, diye
düşünmüyorlar. O kendi cephesinden bakıyor. Burası bir değer ya da bir kaygı hissetse
o zaman belki durum farklı olur.
Kitap alışverişinde
yardımcı olan arkadaşlar var mı?
Devrim: Kitapları
mail yoluyla göndermelerini istiyorum. Üç beş taneyse word dosyası açıyorum ve
yazıyorum. Not alabiliyorum. Yazdığım şeyi sese dönüştüren programlar var,
onların yardımıyla.
Yardımcınız var mı?
Devrim: Yok, tek
başımayım. Gönderdikleri mailleri okutuyorum bilgisayara ondan sonra
ezberliyorum ya da kabartma yazıyla yazabiliyorum. Götürüp sonra toptancıdan
dağıtımcıdan alabiliyorum. Önce eski kitap olarak araştırıyorum. Bulamazsam,
soruyorum yeni ister misin, diye. Onun dışında raflarda kabartma ve normal
yazıyla yazıyor. Bir de şeyi önemsiyorum; yerli-yabancı ayrımı… Yerli-yabancı
yerine Doğu klasikleri- Batı klasikleri. İş modernizme geldiği zaman, modern
edebiyata geldiğimiz zaman, işte o zaman bir aynılaşma başlıyor ve ben de o
kitapları karma koydum raflara.
Özellikle sizden kitap
alan insanlar ya da sizi tanıyanlar, sizin bu okuma tutkunuzu gördükleri zaman
nasıl karşılıyorlar? Sizin bu durumunuz karşısında bir özeleştiri tutumuna
giriyorlar mı?
Devrim: Bilemiyorum
ki… Bunu onlara sormak lazım. (Gülmemek
olmaz dimiJ )
En azından ne
söylüyorlar?
Devrim: Saşkınlık
oluyor.
Devrim: Bu kadar
kitabı okudunuz mu? Ben de “hayır” diyorum. Buradaki kitapların ilk çekirdeği
benim kütüphanemden geldi. Sonra dolgu malzemesi olarak kullandığım kitapları aldım.
Polisiye kitapları vs vs işte… Tanesini bir-iki liraya aldığım kitaplar dolgu
oluşturdu; şimdi ise onlardan kurtulmaya çalışıyorum.
Devrim: (Receb’in
tarafına) Ne diye siz soru
sormuyorsunuz? :)
Ve Recep Sordu,
şüphesiz diyecekti ki, ve dedi: Engeliniz
ile ilgili herhangi bir okur tarafından bir tepki alıyor musunuz? Sonuçta okumak için bir engel durumunuz var
ve bu yaptığınız işi de etkiliyor.
Devrim: Bu biraz
sezgisel bir şey; ama sanırım insanlar engelli birini gördükleri zaman rahatsız
oluyorlar gibi geliyor bana. Mesela, ortalama insanlar yani çocuğunun ödevi
için kitap almaya gelen insanlar, bir daha gelmiyor. Engelli birini görmek
rahatsız ediyor. Yani ne bileyim, normal bir kitapçıya girdiği zaman
hissetikleri şeyi (burada) hissetmiyorlar. Ki, benim derdim de normal bir
kitapçıya girdikleri zaman ne hissediyorlarsa aynı şeyleri hissetsinler.
Görmemek bir şekilde benim başka bir kimliğim; ama sonuçta ben bir sahafım, belirleyici
olan bu olsun istiyorum. Bir şekilde eşit bir ilişki kurulsun istiyorum. Diğer
sahafçılarla, diğer kitapçılarla benim aramda eşit ilişki kurulsun. Benim
istediğim bu. Okur-Sahaf iletişimi nasıl
olması gerekiyorsa öyle. Birçok raf var: Ekoloji, İnsan Hakları,
Ekonomi-Politik, Sosyoloji raflarıyla ilgili yaptığım sistematikte kendim bir
sahafçıya gittiğim zaman görmek istediğim gibi(dir).
Diğer sahaflarla
iletişiminiz nasıl?
Devrim: Kitaptan
anlayan sahaf çok az. Belki ancak dörtte biri anlıyor.
İyi sahafların iyi
edebiyat öğretmeni olduğu söylenir sahaflar camiasında doğru mudur?
Devrim: Ben daha
yeniyim camiada. Ben şeyden biliyorum; kitap mezatlarına gelen tiplerden. Oraya
yirmi tane kitapçı geliyorsa beş tanesi ancak kitabın değerini biliyor. Şundan
bahsediyorlar; örneğin birinden bahsediyorlar “kitaptan anlıyor” diyorlar.
Adamla tanışıyorum, baskısı olmayan kitapları biliyor ya da koleksiyoncuların
peşinde olduğu kitapları biliyor, para eden kitapları biliyor. Bir de atıyorum;
koleksiyoncu tipler vardır. Bilmem ne kitabının, bilmem ne çevirisinin, ilk
baskısı… Ya bakıyorsun adamlar uçuk rakamlar yazmışlar; 1.000 lira 800 lira
gibi!
Sendeki en pahalı
kitap ne kadar? Yani; sadece bende bulunur, dediğin bir kitabın var mı?
Devrim: Yani en
pahalı sattığım kitap; İskit Sanatı’nı anlatan bir kitaptı. O da prestij boy
dediğim ebattaydı. Rusya Petersburg’ta basılmıştı. Çok görselli olan ve sınırlı
sayıda basılmış bir kitaptı. Onun dışında en pahalı 50 liradır herhalde. Benim
için ortalama bir kitap fiyatı 10 liradır. Okurlar örneğin geliyor şey diyor “Ferit
Edgü’nün bilmem ne kitabını iki-üç liraya aldım.” Bende, “adam sıkılmıştır o
kitaptan, görmekten sıkılmıştır ve ucuz
rafa koymuştur.” diyorum. Ama kimse kusura bakmasın ben böyle bir adamın, böyle
bir kitabını kalkıp üç liraya rafa koymam.
İyi okurla kötü okuru
nasıl ayırıyorsunuz?
Devrim: Trendi
takip eden kötü okurdur. Medyanın şişirdiği şeyi okuyan kötü okurdur…
Ve yine Recep: Raflarda
kabartma var ama kitaplarda yok. Örneğin: Dolandırıcının biri okuyucu diye
içeriye girdiği zaman bunu nasıl ayırt edebiliyorsunuz ya da hissedebiliyor
musunuz ya da tepkiniz nasıl oluyor?

Ne gibi önlemler
alıyorsun?
Devrim: Hiçbir
şey… Kamera yok, bir şey yok, hiçbir şey yok yani… Bu tamamen insanların
vicdanına kalmış bir şey. Bir diğer yandan da bu beni rahat ettiren bir şey;
kaygım yok, tamamen insan tanıyorum. Çünkü şeydir, şeyi anlarım. Kitap
zincirinden, ya da ne bileyim D&R’dan kitap araklayabiliyorsa takdir
ederim; yiyorsa oradan çalsın.
D&R’dan çalan adam
gelip senden de çalsın mı?
Devrim: Öyle bir
etiğinin olması gerektiğini düşünüyorum. Ben kendim öğrenciyken, Dost gibi yani
ne bileyim Ankara’da bulunan büyük yayınevlerinden yapardım.
Ankara’da ne okudunuz?
Devrim: ODTÜ’de Uluslar
Arası İlişkiler, 8 sene okudum; ama bitirmedim, bıraktım. 1995 ile 2003 yılları
arasında okudum.
Kürt Okurlarla ilgili
soralım. Yani şu anda burada 50 Kürtçe kitap sattınız mı?
Devrim: Yok
canım. 10 tane bile yoktur.
Temsiliyet
meselesinde. Örneğin: 10 kitap satmadığınız halde dışarıda pirtûkfiroş yazmanız
ile ilgili bir soru soralım. Bizim gibi insanlar geliyor mu? Pirtûkfiroş’u
gördükten sonra ne diyorlar, nasıl karşılıyorlar?
Devrim: Önce Kürt
zannediyorlar. Seslerindeki o gülümseyen ifadeyi hissediyorum. Mutlulukları
seslerine yansıyor.
Bizde de hissettiniz
mi?
Devrim: Tabi
canım. Sesler kendini ele veriyor. Tamam, gözler anlatır ama sesler daha iyi
anlatır.
Bizim seslerimiz ile
ilgili ne düşünüyorsunuz?
Devrim: Özgüvenli,
samimi, kültürlü…
Teşekkürler.. Negatif
hakkı da tanımıştık.
Devrim: Negatif
olarak da biraz zor beğenir. (Rejide
gülüşmeler var)
Recep dayanamaz: Samatya
gibi kozmopolit bir yerde okuyucuya iletmek istediğiniz mesajınız var mı? (Son
soruya geldik mi? Son soruyu herkes biliyor, hiç akıl etmemiştik teşekkürler
Recep… Gülünür.)
Devrim: O son
sorudur zaten. (Gülme arası) Samatya
benim için hasbelkader seçilmiş bir yer değil. Ben 5 sene Ataköy’de sitelerde
kaldım ve kendimi hayvanat bahçesinde gibi hissettim: Tel örgüler, siteler…ama
kira 300 liraydı, lojmandı.
Birden domates
muhabbetine sardık: Ben de 2009’da Yeşilköy’de yaşadım. Benim de lojmandı.
Domates almaya korkarak giderdim manava. Bir defasında domatesin kilosuna 6
lira demişti. İthal domatesmiş. Yerliye kıran mı girdi, dedim… 3 liraya
anlaşmıştık… (Gülünür)
Devrim: Para olsa
Yeşilköy’de yaşanır; ama en azından mahalle havası var. Şeyi anlatırlar;
Domatesçi koymuş arabaya ve Zeytinburnu’ndan başlamış satmaya. Zeytinburnu’nda
1 lira, Bakırköy’e geçerken 2 lira, Yeşilköy’e geldikten sonra 3 lira olmuş. (Domatesin suyu çıkmadan toparlanıyoruz.)
Samatya’nın kozmopolit bir yer olması, denize yakın olması, balık kokusunun
burnuma kadar geliyor olması… Şuradan iki dakikada sahile iniyor olabilmek…
Burada; Ermeniler, Rumlar, Kürtler… Araplar sonradan dahil oldu ve bu kadar
farklı rengin bir arada yaşama kültürüne ben de sonradan dahil oldum ve onun
bir parçasını olmak istedim. Plaza hayatını sevmiyorum ve buralarda yer aradım
ve buldum. Ama şey; kârı felan geçtim. Zaten kitapçıdan para kazanılmaz, para
kazanılacak olsa sahafçılık yapılmaz. Okuma-yazma oranı %90 diyorlar ama bence
çok ufak bir azınlık… En azından kendini döndürmesini beklerdim ama 4 aydır
kirayı ödeyemiyorum. Kira 400 lira.
Dükkan sahibi ne diyor?
Devrim: Klise
vakfının.
Peki, Klise ile
bitişik olmak nasıl bir duygu? Cami olsa nasıl olurdu?
Devrim: Cami de
var hemen yanında. (Bilseydik sormazdık
heralde) Camide tuvalet paralı, klisede bedava. (Gülerler) Kilisenin
tuvaleti daha temiz, insanların yaklaşımı daha medeni. Camiye gittiğin zaman,
“gel hafız nereye gidiyorsun ya?” diye tepki gösteriyorlar; ama klisede “gel
ahparig” falan diyorlar. Böyle bir nüans var tabii.
E-mail ve telefon
numarınızı da alalım, (maksat ses kaydında olsun, yazıyoruz aynen kasetten…)
Devrim: devrimsurekli@gmail.com
05071162321
Adres: Samatya Sahaf, Surp Keork Ermeni Kilisesi’nin hemen
karşısı, Marmara cad. 82/A, Fatih, İstanbul (Tabelada bütün dillerde Kitapçı
yazıyor, dikkatimizdeyse: Pirtûkfiroş… )
Pirtûkfiroş’un ordan
geçerken uğrayanlardan ve söyleşmeyi tutanaklara geçenler:
Çetoyê Zêdo & Recep İçen
Not: Ses kaydı,
aslının çıktısı ve tıpkısıdır. İnanmayan olursa gönderebiliriz diyor, Recep J
Samimi ve sade ... ve de güzel bir söyleşi olmuş.
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilElinize sağlık mamoste :)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilHevpeyvînek ji dil bûye
YanıtlaSilDert û piyê we ter be :-)
Hevpeyvînek ji dil bûye
YanıtlaSilDert û piyê we ter be :-)
Hevpeyvînek ji dil bûye
YanıtlaSilDert û piyê we ter be :-)
Hey gıdi pirtûkfiroşê pirtûkfiroş
YanıtlaSilPirtukfiroş!!! Lawikê derwêş, ka were em bikin kêf u seyranê:))))))
YanıtlaSilEferim uzun sed cari eferim....
Pirtukfiroş!!! Lawikê derwêş, ka were em bikin kêf u seyranê:))))))
YanıtlaSilEferim uzun sed cari eferim....
Dest xweş birako
YanıtlaSil